Kül ve Yaldız: Toplu Şiirler ve Çeviriler / Can Alkor
Can Alkor’un şiir ve çevirilerini, kendisinin verdiği isimle bir araya getirdik: Kül ve Yaldız. Can Alkor’un yolculuğu ve seyri boyunca uğradığı, tanıklığıyla güzelleştirdiği tüm durakları derleyen bu kitap yeni şiir ve çevirileri de katıyor sayfalarına. Güneşdil, Canto CXVIII, Kül ve Yaldız, Les Illuminations, Duino Ağıtları, Bulunmuş Çeviriler, Ecce Homo. Bir şairin çevreninde bengi dönüş… →
Erratum 04 / Telemakhos'un Maceraları / Louis Aragon
Dadacı zihinlerin gerçekliğin ötesinde bir gerçekliğin inşasına giriştiği yirminci yüzyıl başı Paris’inde Aragon, Fénelon’un Telemakhos’unu gözüne kestirdi. Ulysses’in oğlu iki asırlık serüvenini, Dadacı bir pastişin azgın dalgalarında, devrimci bir düşün koynunda tekrar yaşadı. 1922’de. Yazı dönüşüyor, dönüştürüyordu ve Kalypso’nun ıssız adasında Telemakhos’un sesi işitiliyordu... →
Bin Yayla / Gilles Deleuze & Félix Guattari
Gerçekte, bizi ilgilendiren, bir şeye, bir kişiye ya da bir özneye ait olmayan bireyleşme tarzlarıdır: Örneğin günün bir saatinin, bir bölgenin, bir iklimin, bir nehrin ya da bir rüzgârın, bir olayın bireyleşmesi. Belki de şeylerin, kişilerin ya da öznelerin varlığına haksız yere inanılıyor. Bin Yayla başlığı, ne bu kişisel bireyleşmelere ne de şeylere atıfta bulunur. →
Yoğrulmuşuz Bir Bellekten: Osip ve Nadejda Üzerine Sayıklamalar / Emrah Yolcu
"... seni bir şiire yazıyor Nadejda, yavaş yavaş tekrarlıyorsun öncekini, an cak bir ben ze rim öl dü re bi lir be ni, iyi de hiç benzemiyor sana sen de benzemiyorsun bir şeye artık bu yüzden bir türlü ölmüyorsun, ama öleyazıyorsun..." →
Evrenin Yapısı / Lucretius (4. baskı)
Romalı düşünür ve şair Lucretius'un eşsiz yapıtı Evrenin Yapısı Türkçenin iki büyük ustası Turgut Uyar ve Tomris Uyar eliyle dilimize aktarılmıştı. İlk olarak 1974 yılında Hürriyet Yayınları, daha sonra 2000 yılında İyi Şeyler Yayıncılık tarafından yayımlanmış olan bu ölümsüz metin bir Norgunk Yayıncılık kitabı olarak yeniden hayat buldu. →
Kötülük Mektupları / Spinoza - Blyenbergh (4. baskı)
“Spinoza-Blyenbergh yazışmasına ‘Kötülük Mektupları’ adını veren Deleuze’dür. Spinoza felsefesine bakışı kökten değiştiren çığır açıcı okumalarında bu mektuplara geniş yer ayırmıştır. Deleuze’ün yorumları Spinoza çalışmalarında öylesine etkili olmuştur ki bu yazışmalar artık hemen her yerde bu adla anılmaktadır. Kötülük, bu tartışmanın tek konusu değildir elbet, ama Blyenbergh’in ortaya attığı bu sorun, Spinoza’nın kendi konumunu belli edeceği diğer konular (Tanrının yaratımı ve katkısı, isteklerin ve edimlerin doğası, hatanın kökeni, yetkinlik ve yoksunluk ve hatta Kutsal Kitap’ın yapısı vs.) için somut bir zemin sağlamaktadır. →
Jérôme Lindon / Jean Echenoz (2. baskı)
Hikâye karlı bir günde Paris’te, Fleurus Sokağı’nda başlıyor, tarih 9 Ocak 1979. Bir roman yazmıştım, ilk romanım, bunun ilk olup olmadığını, sonrasında başkalarını da yazıp yazmayacağımı henüz bilmiyorum. Bütün bildiğim, bir roman yazdığım ve bir yayıncı bulursam hiç fena olmayacağı. Bu yayıncı Jérôme Lindon olabilseydi, bu elbette çok daha iyi olurdu, ama hayal kurmayalım. →
Taşra Üçlemesi / Nuri Bilge Ceylan
Daha önce ayrı ayrı yayınladığımız, Nuri Bilge Ceylan sinemasının temel taşları olan Kasaba, Mayıs Sıkıntısı ve Uzak filmlerinin senaryolarını, iç ve dış basında çıkan yazılar ve Ceylan’la yapılmış söyleşilerden derlediğimiz bir seçkiyle birlikte, Taşra Üçlemesi başlığı altında sunuyoruz okurlara. →
İklimler / Nuri Bilge Ceylan (2. baskı)
İklimler değişiyor, şehirler, oteller, insan yüzleri değişiyor, İsa’nın ense köküne saplanmış o ağrı bir türlü geçmiyor. Arada bir azan, dindiğinde bile dipte, derinde hep sinsice işleyen, inatçı bir ağrı bu. Bahar’ın saçlarını sevgiyle okşarken de orada (sevebilir mi ki İsa?), Serap’ın üstünde çaresizce debelenirken de (öldürebilir mi ki İsa?). Evet, bir şekilde varız, varlığız, sınırlanmış arzularımız var: Sonunda hep gevşeyen, pörsüyen, silinip giden yarı-arzular… →
Söyleşiler / Nuri Bilge Ceylan (4. baskı)
Filmleri hakkında çok konuşmayı sevmeyen dostumun orda burda çeşitli zamanlarda verdiği söyleşilerden kendimce önemli olduğunu düşündüğüm bir seçkiyi biraraya getirerek, bir bakıma ona olan borcumu ödemek istedim. Böylece onun ilk filminden son filmine kadar geçen bunca yıl boyunca aslında hiç değişmediği, baştan beri belli bir melankoliyle cebelleşen kendi ruhuna karşı her zaman ne kadar sadık kaldığı kolayca görülebilsin istedim. →
Erratum 03 / Lenz / Georg Büchner
Dünyaya sığamamış bir türlü Lenz, ne çocukluğunda aldığı din eğitimi ne gençliğinde parçası olduğu edebiyat çevreleri içindeki akışlara bir yön verebilmiş. Nereye gitse, kime elini uzatsa yetmemiş, yetişememiş, zihnindeki yaraları iyileştirecek bir yol açılmamış önünde, bir dönem derslerini takip ettiği Kant’ın kuramları da şifa olamamış bu kırılgan ruha, ne de onun önerisiyle yaptığı Rousseau okumaları. →
Aç Yazı / Aç yazı dergisi / Sayı 14
"[Ailem] doğuştan kekemeydi ve yine de söyleyecek bir şeyi vardı. Doğuştan kekemelik, benim ve çağdaşlarımdan birçoğunun üzerinde ağırlığını hep hissettirdi. Konuşmayı değil, gevelemeyi öğrendik ve ancak kulağımızı yüzyılın artan gürültüsüne vererek ve dalgasındaki köpükle bir kez yıkandıktan sonra bir dil edindik." – Mandelştam →
Ateşböceklerinin Var Kalma Mücadelesi / Geoges Didi-Huberman
Peki sahiden de ateşböcekleri kayıp mı oldular? Hem de hepsi birden mi? Hâlâ aralıklarla da olsa olağanüstü sinyallerini gönderiyorlar mı? Eğer öyleyse nereden? Hâlâ bir yerlerde birbirlerini arıyorlar mı? Kendi aralarında konuşuyorlar mı? Azgın projektörlere, karanlık geceye, totaliter makineye ve her şeye rağmen birbirlerini seviyorlar mı? →
Hayvan ve İnsan Dünyalarında Keşif Gezileri / Jakob von Uexküll
Dizginlenemez bir Kant hayranı olan Uexküll’ün çalışmalarında dikkat çeken hususlardan biri yeni kavramlar yaratmaya ve mevcut olanları eğip bükmeye olan tutkusudur. Uexküll için biyoloji hayatın bilimidir ve bu sebeple canlıların anlamlar dünyasını hakkıyla ifade edecek kavramsallaştırmalara ihtiyaç kaçınılmazdır. Elinizdeki bu kitap da bu ihtiyaçları karşılama gayreti taşıyor. →
Anlamın Mantığı / Gilles Deleuze (3. baskı)
1969 yılında yayınlandığında Lacan ve çevresini, özellikle de, kitabın yayınından hemen sonra Deleuze’ün birlikte felsefe yapmaya başlayacağı Lacan’ın öğrencisi Félix Guattari’yi derinden etkileyen bu yapıt, dönemin psikanaliz tartışmalarına yepyeni boyutlar getirmişti. Yüzey mi derinlik mi, Carroll mı Artaud mu? Deleuze son kertede Artaud’dan yana olsa da, bütün ‘anlamın mantığı’nın yüzeyde yattığını belirtir. →
Stirner'in Eleştirmenleri / Max Stirner
Max Stirner'in Biricik ve Mülkiyeti 1844’te yayınlandığında kitap aleyhine kimileri yer yer alaycı tonlar barındıran çeşitli eleştiri yazıları çıkar. Stirner bunlar arasından Szeliga, Feuerbach, ve Hess tarafından kaleme alınan üç yazıya “Stirner’in Eleştirmenleri” adlı ünlü metniyle, Kuno Fisher’inkine ise mahlas kullanarak kısa bir yazıyla karşılık verir. →
Les Illuminations / Arthur Rimbaud
Şairler falcı ya da büyücü değiller elbette, ama onlara çarpan, onlardan seken kelimeler zamanların nasıl aktığını, nasıl akacağını şaşırtıcı bir doygunlukta hissettirebiliyor bizlere. Rimbaud şairler arasında bu anlamda en ayrıksı olanı, kimselerin duymadığı sesleri – yıldızların fru fru ettiğini duymuştur – gencecik yaşında mucizevi ışık demetleri olarak şiirine taşımıştır. Rimbaud bir vizyonerdir, her daim “Ben bir başkasıdır”. →
20. yüzyılın önde gelen bestecilerinden Paul Hindemith’in çağdaş müzik kuramı ve 20. yüzyıl müzik hareketi üzerine büyük ışık düşüren kapsamlı kitabı Ses İşçiliği. Çoksesli Müzikte Temel Kompozisyon Eğitimi ilk yayınlanışından 70 yıl sonra Türkçede. →
Norgunk’ta yeni bir yayla: Erratum – Yayın yönetmeni: Ayberk Erkay – Logo ve kapak tasarımı: Bülent Erkmen. →
Erratum 01 / Manyetik Alanlar / André Breton & Philippe Soupault
Tzara 1920’de Zürih’i kapatıp Paris’e geldiğinde, Breton ve arkadaşları, adı konmamış olsa da, Paris Dada’yı çoktan başlatmışlardı. Lautréamont, Roussel ve Vaché’nin büyük etkisi altındaydılar, önlerine çıkanı yazı aracılığıyla yıkıp geçmekten başka bir şey yoktu akıllarında. →
Erratum 02 / Igitur ya da Elbehnon'un Çılgınlığı / Stéphane Mallarmé
Gecenin bir yarısında kendisine bir anlığına görünen ve zihnini ele geçiren bir imgeden, ya da bir ses, bir ürperti, bir hayalet belki de, yakasını kurtaramamış belli ki Mallarmé, varlık, yokluk, delilik, ölüm gibi temalarla oyalamaya, yatıştırmaya çalışmış o şeyi, ama başaramamış. Attığı zarları karanlık bir ağız yutmuş hep, tamamlayamamış metnini. Ölümünden sonra doktoru tarafından yayınlanıyor Igitur. →
Yararsız Bir Mekâna Dair / Cem İleri
Önünde duran boş sayfadan başlayarak içinde bulunduğu oda’yı, daire’yi, apartman’ı, sokak’ı, şehir’i, ülke’yi, dünya’yı Georges Perec’in geride bıraktığı notların, taslakların, haritaların, paftaların, patron kağıtlarının izinde geçerek mekânın mekânına varmayı deneyen Cem İleri bu amacına ulaşamaz. Yazısı ve yazısına yön veren sorular, savrulmalar hep bir sınıra gelip dayanır. İster yararlı olsun ister yararsız, mekânın mekânı yoktur çünkü. →
Mecbur kaldığında geçici işlerde çalışan genç bir kadın, gemi inşa müfettişliği yapan, işinde başarılı bir erkek, denizcilik alanında yazılar yazan, röportajlar yapan bir kadın gazeteci, anlatının içine yerleştirildiği çatışmalı üçgenin köşelerini meydana getiriyorlar. Julia Deck ilk romanı Viviane Elizabeth Fauville’de (Norgunk, 2016) olduğu gibi burada da anlatıyı yer yer belirsizlik alanları içinden geçiriyor. Bir şeylerin havada kalmasını, sahte ile gerçeğin birbirine dolanmasını sevdiği belli. →
I Prefer N-N-Not To / Cem İleri
Bir kâğıda yazıyorum, şu an okuduğunuzdan farklı bir kâğıda. Yazan elimin oluşturduğu işaretleri kaydediyorum. Daha sonra bu kaydı, kâğıdın dokusal nitelikleri, belki yalnızca birtakım belli belirsiz izler dışında, yazımı andıran her şeyi yok edecek kadar güçlenene dek, aynı kâğıda tekrar tekrar yazacağım. O andan itibaren görecekleriniz, kâğıdın, yazıyla dile getirilmiş doğal izleri olacak. Bu işi, fiziksel bir olgunun ispatlanmasından çok, yazımda bulunabilecek herhangi bir bozukluğu gidermenin bir yolu olarak görüyorum. (Türkçe ve İngilizce iki ayrı edisyon) →
Gördüğüm karşısında dehşete düşmemek elde değildi. Gördüğüm, hiçbir şeye benzemiyordu çünkü aslında görmemiştim, görememiştim. Ruhu, bedenini yırtıp çıkmıştı sanki ve evrenle birlikte yürüyordu. O kadar karanlık, o kadar parlak, o kadar karmaşık, o kadar düzenliydi ki! Deliye döndüm. Panik içindeydim. Hayalet görmekten farkı yoktu bunun. →
2/2/1922'de, Ulysses'in yayımlandığı günde, henüz sadece iki kopya basılabilmişti. Bunlardan biri Paris'teki Shakespeare and Co.'nun vitrinine, diğeri Joyce'un 40. yaşgünü yemeğine ulaştı. 2/2/2022'de kitabın yüzüncü yaşına vardık; Ulysses artık dünyanın en iyi okunmuş, anlaşılmış, çalışılmış ve çalışılan kitaplarından biri. Okundukça, üzerinde çalışıldıkça zenginleşen bir anlam evreni var; bu evrenin renkliliğini, doluluğunu her gün daha iyi görüyoruz. →
Grotowski ile Fiziksel Eylemler Üzerine Çalışmak / Thomas Richards
20. yüzyılın en önemli tiyatro kuramcılarından ve uygulayıcılarından olan Jerzy Grotowski, Stanislavski’nin yarattığı fiziksel eylemler tekniğinin izinden giderek bedensel itkiler üzerinden inşa edilen bir oyunculuk anlayışına ulaşmıştır. →
Bloomsday Kitabı: Adım Adım Ulysses / Harry Blamires
Ulysses, karakterlerinin zihinlerinin içinden dünyaya bakan, tüm insanlık haline bu yolla ayna tutan bir kitap. Harry Blamires’ın bu klasikleşmiş incelemesi, okura bir gezi rehberi gibi eşlik ediyor. Blamires, kitabı açıklarken, Ulysses’in görünüşteki karmaşasının altında nasıl tutarlı bir anlam ve olay bütünlüğü olduğunu gözler önüne seriyor; bunu yaparken, bu bütünlüğü çerçeveleyen sembolizm katmanlarını da açıkça ortaya koyuyor. →
“Quand les attitudes deviennent formes” (Davranışlar Şekil Olunca) adlı serginin 2nci kısmının montajı için, 1969 yılının nisan ayı sonu veya mayıs ayı başlarında Krefeld’de bulunuyordum.
Orada, Düsseldorf Güzel Sanatlar Akademisi’nin kapatıldığını, Beuys ve talebelerinin akademi önünde SIT-IN (oturma grevi) yaptıklarını duyduk. O arada Kunsthalle Düsseldorf’ta Beuys’un kişisel sergisi de halen devam ediyordu. Trene atlayıp Düsseldorf’a gittim. →
Gerçeğin Belleği: Bir Alfred North Whitehead Portresi / Sercan Çalcı
Kitap yayınlamak bir “olay”dır, ama beklenmeyen kitaplar yayınlamak bir yayıncı için olayların en güzelidir. Sercan Çalcı’nın Gerçeğin Belleği işte tam tamına böyle bir kitap. Türkçe yazılmış özgün felsefe metinlerinin hiç yok denecek kadar az üretildiği bir düşünce ortamında Alfred North Whitehead gibi kolay ele geçmeyen bir filozof üzerine tekil dokunuşlarla örülmüş bir portre metni yazmak, yayınlamak, okumak bir “olay” çıkarmaktan başka nasıl tanımlanabilir ki! →
Kâtip Bartleby / Herman Melville
Ben epey yaşını başını almış bir adamım. Son otuz yıldaki meşgalelerim sayesinde, ilginç, biraz da kendine münhasır gibi görünebilecek bir insan türüyle temas kurma fırsatım oldu; bu insanlar hakkında şimdiye kadar hiçbirşey yazılmadı bildiğim kadarıyla:—Hukuk bürolarında yazıcılık yapanları, yani kâtipleri diyorum. Bunların pek çoğunu hem profesyonel hayatta, hem de özel olarak tanıdım; istesem, türlü çeşitli öyle hikâyeler anlatırım ki, yumuşak yürekli beyefendileri tebessüm ettirebilir, duygusal ruhların ise gözlerinden yaş getirebilirler. →
Aç Yazı / Aç yazı dergisi / Sayı 13
"İlhan Usmanbaş 100 yaşında" İlhan Usmanbaş, beş yıl oluyor, notalarını bir üniversiteye, kitaplarını bir başka üniversiteye, evini bir eğitim vakfına bırakıp hayatın sakin bir kıyısına çekildi. Ama hâlâ, geleceğe inançla, yolumuza fener tutmayı sürdürüyor. →
Sinematografik İmge ya da Gerçekliğin Dolaysız Sunumu / Özcan Yılmaz Sütcü
Bergson 1896 yılında yayınladığı Madde ve Bellek başlıklı kitabında “hareket-imge”yi (hareketli kesitler), Deleuze’e göre daha derinde “zaman-imge”yi de, sinemanın doğumundan önce şaşırtıcı bir şekilde keşfeder. Tanımladığı bu imge tipi sayesinde gerçekliği dolaysız olarak sunma imkanı doğmaktadır. Bergson’un temel itirazı düşüncenin sırtını büyük ölçüde bilimsel bilgiye dayıyor olmasıdır aslında. Çoklu düşünce için bilgiden daha fazlasına ihtiyaç vardır ona göre. →
Bundan yaklaşık 100 yıl önce, İngilizce konuşan ülkelerde sansür nedeniyle basılamadığı için Paris’te basılan, ancak 1934’ten itibaren serbest kalan Ulysses, o günden bugüne 20. yüzyıl edebiyatının en etkili kitaplarından biri olarak yerini sağlamlaştırdı. →
Biricik ve Mülkiyeti / Max Stirner
Felsefe tarihinin hazmı en zor metinlerinden biri olan Biricik ve Mülkiyeti yayınlandığı dönemde Feuerbach’tan Marx’a birçok filozofun katıldığı boyutlu tartışmalara yol açmış ama yakıcı etkisini, kendisi Stirner’in adını hiç anmasa da, Zerdüşt’tün yazarı üzerinde göstermiştir: Nihilizmi aşmak için onu sonuna kadar yaşamak gerekir. →
Rezil İnsanların Yaşamı / Michel Foucault
Foucault’nun tamamlamaya fırsat bulamayacağı yeni bir araştırma projesini takdim etmek için yazdığı 1977 tarihli bu metin bir yandan Foucault’nun henüz formüle ettiği iktidar kavrayışının sıklıkla gözden kaçan bir yönünü vurgular: İktidar, hükümran iktidar örneğinde dahi, zorunlu olarak tepeden inip bireylere boyun eğdiren bir kuvvet değil, bireylerin farklı şekillerde davet ettiği, önünü açtığı, istediği, yerine göre ittifak kurduğu bir etkileşim olarak işler. →
Nietzsche ve Felsefe / Gilles Deleuze
Gilles Deleuze'ün felsefe tarihi okumalarında Nietzsche ve Felsefe’nin yeri, özellikle diyalektiğe karşı girişilen kavga bakımından çok önemlidir. Tepkisel insanı, ona özgü duygu tipleri olan hıncı, ve onun daha da gelişmiş, içselleşmiş biçimi olan vicdan azabını Nietzsche’nin nasıl ifşa ettiğini tüm açıklığıyla gözler önüne serer bu çalışmasında Deleuze. →
Spinoza ve İfade Problemi / Gilles Deleuze
Spinoza felsefesinin bir "mantık" olduğunu biliyoruz. Bu mantığın doğası da yöntemin ta kendisidir. Yöntem böylece hakikati oluşturan şeyin biçiminin bilgisinden başka bir şey olamaz. →
Aç Yazı / Aç yazı dergisi / Sayı 12
Çünkü çok şey burda oluş, çünkü burada herşey / bizi istiyor apaçık, o yitip giden, bize bir tuhaf / dokunan şey. Bizi, hem de en çabuk yitenleri. Bir kez / hepsi, yalnız bir kez. Bir kez, bir daha yok. Evet, / bizler de bir kez. Bir daha yok. Ama bu, / bir kez bulunmuş olmak, bir kezcik de olsa yeryüzünde bulunmuş olmak, sanma geri alınabilir. Rainer Maria Rilke, Duino Ağıtları, Can Alkor (çev.) →
Ampirizm ve Öznellik / Gilles Deleuze
Deleuze’e göre Hume bir psikologdan önce bir sosyolog, bir ahlakçıdır; temelde insanın bilimini yapmayı amaçlar. Şu kritik soru Hume felsefesinin hep merkezinde yer almıştır: Zihin doğa değildir, zihnin doğası yoktur. Peki nasıl olur da zihin bir insan doğası haline gelir? →
Kritik ve Klinik / Gilles Deleuze
Felsefi düşünceyi farklı alanlara açarak felsefe disiplinine yeni karşılıklı yankılanma olanakları kazandıran Gilles Deleuze'ün yaşarken yayımlanmış son kitabıdır Kritik ve Klinik. Deleuze'ün kimi edebiyatçıların (Lawrence, Carroll, Beckett, Melville, Whitman vb.) ve kimi filozofların (Kant, Nietzsche, Spinoza vb.) yapıtlarına eğilerek, daha ziyade onlardaki yazınsal üslup ile yaşama tarzlarının nasıl birbirini doğruladığına odaklanarak, farklı zamanlarda kaleme aldığı metinleri bir araya getiriyor kitap. Yandaki binanın duvarıyla çayır yeşili bir paravanın arasında okunsun diye. →
Ev sahibinin kapısına kadar Trelkovsky kadınla beraber gitti. Zili çaldı. Kapıyı yüzünde şüpheci bir ifadeyle ihtiyar bir kadın açtı. – Körlere sadaka vermiyoruz, dedi bir solukta. – Daire için gelmiştim… Gözlerinden kurnaz bir parıltı geçti. – Hangi daire? – Üst katınızdaki. Mösyö Zy’yi görebilir miyim acaba? →
Sinema 2: Zaman-İmge / Gilles Deleuze
Büyük sinema yönetmenleri büyük ressamlar veya büyük müzisyenler gibidir: kendi yaptıkları hakkında en iyi konuşacak olan onlardır. Fakat konuşurken başka bir şey haline gelirler; filozof veya kuramcı olurlar; kuramlarla işi olmayan Hawks için dahi, kuramları küçümser gibi yapan Godard için dahi bu geçerlidir. Sinemanın kavramları sinemada verili değildir. Yine de bunlar sinemanın kavramlarıdır, sinema üzerine kuramlar değil. Öyle olur ki, daima günün öyle bir saati gelir ki, gece yarısında veya gün ortasında artık “sinema nedir?” diye değil, “felsefe nedir?” diye sormak gerekir. →
Sinema 1: Hareket-İmge / Gilles Deleuze
Deleuze'ün imgelerin ve göstergelerin sınıflandırılmasına ayırdığı iki ciltlik "sinema" çalışmasının ilki olan Hareket-İmge (ikinci cilt: Zaman-İmge) ağırlıklı olarak Amerikalı göstergebilimci C. S. Peirce'ün ve özellikle Fransız filozof Bergson'un tezlerine dayanıyor: "Hareket şimdidir, katetmenin edimidir." 20. yüzyılın hemen başında, sinemanın ortaya çıkışıyla birlikte sanatta, bilimde, felsefede yoğun olarak etkisini hissettiren hareket düşüncesi, esas olarak hareketi ayrıcalıklı anlarla değil, herhangi bir anla ilişkilendiriyordu: "Herhangi an, bir diğer herhangi ana eşit mesafede olan andır. O halde sinemayı, hareketi herhangi anla ilişkilendirerek yeniden üreten sistem olarak adlandırıyoruz." →
Fark ve Tekrar / Gilles Deleuze
İlk kez 1968’de yayımlanan Fark ve Tekrar, Gilles Deleuze’ün doktora çalışmaları kapsamında kaleme aldığı iki tezden biri. Deleuze’ün hepsi Türkçede halihazırda yayımlanmış olan Hume, Bergson, Nietzsche, Kant ve Sacher-Masoch monografilerinden sonra yayımladığı bu kitap halen pek çokları tarafından Deleuze’ün özgün felsefi duruşunu ve tarzını yansıtan ve daha sonraki çalışmalarına yön veren başyapıtı olarak değerlendiriliyor. →
Spinoza: Pratik Felsefe / Gilles Deleuze
Deleuze’ün Spinoza yorumu, kendisinden sonraki Spinoza okumalarını derinden etkilemiştir. İyilik-kötülük yoktur, iyi ve kötü karşılaşmalar vardır. Ve bunların sonuçları olan sevinçli ya da kederli etkilenişler. Evet, bu kadar yalın, ama yalın olduğu ölçüde dolu ve güçlü bir felsefe. →
Biz Hiç Modern Olmadık / Bruno Latour
İnsanoğlunun yerküre üzerindeki serüveni epeydir sürüyor. Modern insanın kırık dökük hikâyesiyse derin bir hayal kırıklığıyla sonuçlanmak üzere. Fransız antropolog Bruno Latour’a kalırsa bu modernlik süreci hiç başlamadı bile. Sanılanın aksine “biz hiç modern olmadık”. Çünkü modern anayasa hep asimetrik kalmıştır, şeyleri temsil etmekle yükümlü bilimsel iktidar ile özneleri temsil etmekle yükümlü siyasal iktidar arasında hep bir ayrım icat etmiş, bu ikisi arasında kurulan ağların gücünü görmezden gelmiştir. →
Aç Yazı / Aç yazı dergisi / Sayı 11
Ta‘allukdan üzüşdüm ol dostdan yana uçdum / ‘ışk dîvânına düşdüm dîvânum yagmâ olsun // Yûnus ne hoş dimişsin bal u şeker yimişsin / ballar balını buldum kovanum yagmâ olsun / Yûnus Emre →
Hayvanların Politika Hakkında Bize Öğrettikleri / Brian Massumi
İnsanın en büyük yanılgısı kendini diğer canlı türlerinden üstün görmesidir. Akıl yürütme, yaratıcılık ve özellikle hayalgücü gibi gelişmiş yetilerini dünyaya hükmetme araçlarına dönüştürerek köreltmiş, bunun sonucu olarak da yaşam skalasındaki doğal yerini yitirmiştir. O artık etkin değil tepkiseldir, karşıtlıklar üretmeden kendi gücünü (aslında güçsüzlüğünü) hissedemez, o artık iktidar bağımlısı, akışsız, yaşamasız, kendisine kapatılmış, erk sahibi bir köledir. Doğanın ahengini bozmuş, bireysel özgürlükleri hiçe saydığı ölçüde toplumsal bölüşmeyi de sakatlamaktan geri durmamıştır. İşte bu yüzden, Massumi’nin bütün kitap boyunca göstermeye çalıştığı gibi, hayvanlardan (bitkilerden de) politika hakkında öğreneceği çok şey vardır.
Kendimizi geri kazanmanın yolu, kapatıldığımız kimliklerden yakamızı kurtarıp yeni özgürlük alanları inşa etmekten geçiyor. →
Duino Ağıtları / Rainer Maria Rilke
1912’de Adriyatik kıyısındaki bir şatoda (Duino Şatosu) başlıyor “Ağıtlar”ı yazmaya Rilke, on yıl sonra başka bir şatoda, İsviçre’deki Muzot Şatosu’nda tamamlayabiliyor ancak. Aradaki boşluğun büyük bölümünde susuyor Rilke, Büyük Savaş’ın neden olduğu travmayla bıçak gibi kesiliyor şiiri. Ağıtlar’a geri döndüğünde, 1922’nin Şubat’ında, müthiş bir yaratıcılık sağanağına yakalanarak birkaç haftada tamamlıyor yapıtını. 20. yüzyılın en etkileyici şiir kitaplarından biri olan Duino Ağıtları’nı şair Can Alkor’un epey ünlenmiş çevirisiyle sunuyoruz okurlara, şairlerin şairleri çevirmesinin yapıta ikili bir sesleniş kazandırdığına inanarak. →
Francis Bacon: Duyumsamanın Mantığı / Gilles Deleuze
Bedenin ressamıdır Bacon, acı çeken tüm et parçalarının, dağılmış suratların, başların, kellelerin, organsız bedenlerin ressamı. Evet, o da İrlandalı, tıpkı bedenlerin tuhaf hareketlerinin bütün bir kataloğunu çıkarmış olan Beckett gibi (Deleuze’ün şu İrlandalıları…). →
Deleuze'e göre felsefe tıpkı bilim ve sanat gibi bir yaratım alanıdır. Filozofun işi kavramlar yaratmaktır, bunu yaparken yeni sözcükler türettiği olur, kimi zaman da kullanılagelen yerleşik sözcükleri, terimleri düşüncenin akışına göre eğip büker. Zaten her kavram bir kıvrımdır, düşüncenin katlanış biçimlerini değiştiren yeni bir güzergâhtır. →
Ecce Homo / Friedrich Nietzsche
Ecce Homo, Nietzsche’nin mutlak bir suskunluğa gömülmeden hemen önce kaleme aldığı otobiyografik bir metin, felsefi düşüncesinin bir seyrüseferi. Neredeyse bir oturuşta yazıyor metni Nietzsche (15 Ekim – 4 Kasım 1888), büyük bir neşeyle, şarkı ve dans formunda adeta. Zihnin öte yakasına geçmeden önce kitaplarıyla son bir kez buluşmak istiyor belli ki, tek tek çağırıyor onları, yaşama evet deyişin o şen korosu üstinsan’ın türküsünü söylüyor birlikte. Ve şu soruyla kapanıyor kitap: “– Anladınız mı beni? Çarmıhtakine karşı Dionysos.” →
Aklın İşlevi / Alfred North Whitehead
Aklın İşlevi, son dönemde yeniden rağbet gören süreç felsefesinin öncüsü olan Alfred North Whitehead’in 1929 yılında Princeton Üniversitesi’nde verdiği seminerleri bir araya getiriyor. Bu seminerlerinde Whitehead aklın işlevini yaşam mücadelesinde üç basamaklı bir merdivende yukarı tırmanmak şeklinde tanımlıyor: yaşamak, iyi yaşamak, daha iyi yaşamak. Bu tırmanışın imkânı ise, Whitehead’e göre, Pratik Akıl’dan özenle ayırdığı ve etkili bir şekilde kullanılan Spekülatif Akıl’a dayanıyor. Whitehead bu seminerlerinde hem filozofları hem bilim insanlarını yöntemlerine fazla güvenmemeleri konusunda uyarıyor, zira “insanlığın başına gelen en büyük felaketlerden bazıları iyi bir yöntembilime sahip olanların dar kafalılığından kaynaklanmıştır”. →